Osman Akfırat

Medineli Hafız Hacı Muhammed Osman Akfırat Hazretleri Rahmetullahi Aleyh

Müellif Kimdir?

Adı Muhammed Osman olan mellif hazretlerinin dedeleri memuriyet münasebetiyle yüce peygamberin nurlu Medinesine gitmiştir. Haremin pek yakınında bulunan (Zerevan) mahallesinde oturmuşlardır.

Muellif hazretleri hicri (1301) de Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiştir.

Baba tarafından neseb-i paki Hz. Rasule varan müellif, Sülale-i Tahiredendir.

Medine’deki adete göre, doğduğunda, altı saatlik bir zaman için kabr-i saadette bıraktırılmıştır. Manevi ruhu ta o zaman almıştır.

On üç yaşında Kuran-ı Kerim’i hıfzeden müellif, ilk ve orta tahsilini Medine-i Münevvere’de yaptı.

Pederinin rahmet-i Rahmana kavuşması üzerine onyedi yaşına kadar mümkün olan şekilde din ilimlerinin tahsiline çalıştı. Bu tarihten sonra tahsil-i ali yapmak üzere makarr-ı saltanat bulunan İstanbul’a göç edip Fatih semtinde Çırçır medresesine girdi.

O zamanın usulüne göre Molla Cami ve Mülteka’dan icazet almıştır.

Senelerden sonra ikmal-i tahsil yapan müellif hazretleri medrese (üniversite) de değerli bir müderris (profesör) olarak talebe yetiştirmiştir.

Aynı zamanda va’z-u nasihatiyle de durmadan müslümanları irşada çalışmıştır.

(1331) de Kibar’ın Kerimesi “Aişe” hanımla evlenmiştir. Bu mutlu izdivacın dünyada meyvesini yemiyen mübarek eşler, inşaallah ahirette daha alasına mazhar olacaklardır. (Cennette kişi çocuk isterse bir saat içinde çocuk olup meydana gelir.)

Müellif hazretleri, bir çok dul ve yetimlere yardımda bulunduğu gibi “bir yetimi yetiştirene (iki parmağını götererek) cennette böyleyiz” hadis-i şerifine kulak vererek dört yetimi küçüklükten büyütüp dini talim ve terbiyelerini ikmal ettirerek ev bark sahibi yapmıştır.

Müellif’in Beykoz’a gelişi, o zamanın büyük alimlerinden “Ferhat” efendinin tavsiyesiyle olmuştur. Ferhat efendi, Beykozlulara: “Hacı Osman efendiye itibar edip kıymet veriniz, ileride benden daha büyük dereceleri ihraz edeceğini görüyorum” demiştir.

Müellif hazretleri, Beykoz’un Hacı Ali Camiinde kırk üç sene fasılasız imamlık vazifesini ifa ettikten sonra dar-ı dünyadan “ircii” hitabına kulak vererek dar-ı ukbaya ayrılmıştır.

Daimi olmak üzere yirmi dokuz cami-i şerifte va’z kürsüsü bulunan aziz hocamız, halkı irşad ederdi.

Arapça ve Türkçe birçok eseri olan müellif, altı defa hacca gitmiş, sonuncu haccı Hacc-ı Ekber olmuştur.

İşi gücü müslümanlara hayır ve hasenat yaptırmak olan hocamız birçok cami-i şerifin yapılmasında da önderlik yapmıştır. Misal olarak Beykoz’un Gümüşsuyu Camiini gösterebiliriz.

İlimde İhtisası

Tefsir, hadis, kelam, fıkıh, edebiyat ve tebabet ilimlerinde mütehassıs idi.

Tefsirde geniş bilgiye sahip olan hocamız, ayetlerin sebeb-i nüzulünü, takdim ve te’hirlerini büyük bir maharetle bilirdi.

Tedvin edilmiş hadisin bir milyonunu gözden geçirip, Sünen-i Sitte’yi defalarca hatmettiği vukufundan belli idi.

Mevzu hadisleri rahatlıkla seçebilirdi.

Fıkıhta dört mezhebin görüşlerini ayrı ayrı bilirdi. Ayaklı bir kütübhane olan hocamız, fetvada yed-i tulaya sahibdi.

Tababette çok mahir bulunan hocamız, otların isimlerini, kimyevi özelliklerini bilip doktorların ümid kestiği bir çok hastayı Allah’ın inayetiyle şifaya kavuşturdu.

Tabir-i rüya ilminde derin olan hocamız müellif hazretleri (6 Receb 1387) – (10 Ekim 1967) tarihinde irşad vazifesini yapmak üzere Beykoz’dan İstanbul’a doğru yola çıkarken Beykoz’un Yalıköyü semtinde Aktar Muhyiddin Beyin dükkanının önünde oturarak vasıta beklediği bir anda yere düşüp sol kaşından yaralanmış, hastahaneye götürülen bu güneş de, diğer güneşler gibi, saat 10:42 de “Ey nefs-i mutmainne! Rabbinin katına dönüş yap!” emrine itaat ederek uful etmiştir.

“Ani ölüm mü’min için rahmettir” ve “Bir alimin ölümü, bir alemin ölümüdür” hadisi şeriflerinin ifade buyurduğu sırdan ötürü bütün müslümanları mükedder kılan bu ayrılış ve ufulden bir gün sonra Beykoz’da namazı kılınmış, mahşeri bir kalabalığın göz yaşları arasında Beykoz’dan Eyüp Sultan Hazretleri’nin huzur-ı manevisine mübarek na’şı getirilmiştir. Orada hazırlanmış dünyanın sonucu, ahiretin birinci konağına tevdi edilmiştir.

Allah ruhunu şad, feyzini müzdad ve davasının düşmanlarını berbad eylesin.

Şiir

Dinle kardaş bu bir ulu nasihat,
Kulak vermessen duyamazsın ha…
Nefsine aldanıp kaçırma fırsat,
Arasan bir dahi bulamazsın ha….

İyilik edersen hem başa kakma,
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma,
Bu dünya fanidir tümüne bakma,
Zevkü sefasına doyamazsın ha…

Sahipsiz bahçenin derme gülünden,
Sakın sapma kardaş hakkın yolundan,
Söyle bilki azrailin elinden,
Cıva olsan dahi kayamazsın ha…

Yalan dünya olsa tapulu malın,
Alırsan içinden bir top bez alın,
Kovanlarda dolu olsa da balın,
Bir katrasın dahi yiyemezsin ha…

Akıbet başa bu gelecek inan,
Sakın bu söze eyleme güman,
Azrail gelince hiç vermez aman,
Taşı taş üstüne koyamazsın ha…

Kırılır kanadın belin bükülür,
Gözlerinde cevher kalmaz dökülür,
Bütün damarlarından kanın çekilir,
Eğninden libasın soyamazsın ha…

İletipte tenaşire koyunca,
Biri gelir cesedini yuyunca,
Yakasız ak gömlek ister boyunca,
Hem onuda bulup giyemezsin ha…

Ölüm acısıyla yürek dağlarlar,
Hep kavim kardaşın kara bağlarlar,
Oğlun kızın figan edip ağlarlar,
Birinin feryadını duyamazsın ha…

Sorgucular gelir hemen durmadan,
Gidemezsin cevabını vermeden,
Yedi kez sual var kabre varmadan,
Birinden birini sayamazsın ha…

Nazik tenin toprak olur beleşir,
Münkir nekir gelir çabuk ulaşır,
Sorarlar suali dilin dolaşır,
Bir cevap bulupta veremezsin ha…

Ey gafil aç gözünü gel biraz intibaha,
Üçgünlük dünya için kalkma at gibi şaha,
Çalış hak gözet böylece er felaha,
Bari yüzün ak olsun giderken Allah’a….